Obsess
Duyuru !!!
Yukardaki Reklamın Web Sitemizle İlgisi Yoktur…
Özlü Söz
Bismillâh her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. (Bediüzzaman Said Nursi)

...:::Risale-i Nur:::...

Neden İmanı Kurtarmak

Neden İmanı Kurtarmak ?


Aziz, sıddık kardeşlerim ve Nur şakirtlerinin küçük pehlivanları, Asa-yı Musa ahirlerinde, bazı nüshalarında mübarekler pehlivanı büyük ruhlu Küçük Ali namında bir kardeşimizin sualine karşı verdiğim bir cevap var.
Onu okuyunuz ki, o zata bazı muterizler Risâle-i Nur’un kıymetini bir derece kırmak için demişler: “Herkes Allah’ı bilir. Adi bir adam, bir veli gibi Allah’a iman eder” diye,
Nurların pek yüksek ve pek çok kıymettar ve gayet lüzumlu tahşidâtını ziyade göstermek istemişler.

Şimdi, İstanbul’da, daha dehşetli bir fikirde, anarşi fikirli küfr-ü mutlaka düşmüş bir kısım münafıklar, Risâle-i Nur gibi, ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes muhtaç olduğu imani hakikatlerine ihtiyacı düşürmek desisesiyle diyorlar ki:

Her millet, herkes Allah’ı bilir. Onu, daha yeni ders almaya ihtiyacımız çok yok” diye mukabele etmek istiyorlar.

Halbuki Allah’ı bilmek, bütün kâinatı ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’î iman etmek; ve mülkünde hiçbir şerîki olmadığına ve Lâilâheillallah kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur.

Yoksa, “Bir Allah var” deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek – hâşâ – hadsiz şerikleri hükmünde esbabı mercî tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakikati onda yoktur.
Belki küfr-ü mutlaktaki manevî Cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.

Evet, inkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır.

Evet, kainatta hiçbir zişuur, kâinatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Hâlık-ı Zülcelâl’i inkâr edemez… Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır.

Fakat Ona iman etmek, Kur’ân-ı Azîmüşşanın ders verdiği gibi, O Hâlıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir.

Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her neyse…

Evlâtlarım, ehemmiyetli bir hadise size bu uzun meseleyi kısaca beyan etmeye sebep oldu. Şimdilik sizlere Risâle-i Nur’un ehemmiyetli şakirtleri nazarıyla bakıyorum. Mustafa Oruç, çok talihlidir ki, kendi sisteminde ve ruhunda ve ciddiyetinde, az bir zamanda sizleri buldu. Bir iken on Mustafa oldu.

Said Nursî

KONFERANS / ZÜBEYİR GÜNDÜZALP

Evvelâ: İtiraf edeyim ki, bu konferansın verildiği kürsüde bulunmuş olmak îtibariyle sizlerden farkım yoktur. Sizin bir kardeşinizim. Hem bu konferans, benim çok muhtaç olduğum gayet nâfî’ bir dersimdir. Muhatâb, kendimdir. Dersimi müzakere nev’inden, siz mübârek kardeşlerime okuyacağım. Kusurlar bendendir. Kemâl ve güzellikler, istifâde ettiğim Risale-i Nur eserlerine aittir. Bir mâni başımıza gelmezse, haftada bir defa olarak devam edeceğimiz dinî konferanslardan, bugün birincisi îmânâ dairdir.

Çünki: Bediüzzaman Said Nursî’nin Birinci Millet Meclisinde beyân ettiği gibi, “Kâinatta en yüksek hakikat îmandır, îmandan sonra namazdır.”

Bunun için biz de konferansımızın Kur’an, Îman, Peygamberimiz Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimiz hakkında olmasını münâsib gördük. İkincisi de inşâallah namaz ve ibâdete ait olacaktır.

Bu mevzuları bize ders verecek bir eser aradık.

Nihayet bu hayatî ve ebedî ihtiyâcımızı, asrımızın fehmine uygun ve ikna edici bir tarzda ders veren ve yarım asra yakındır, büyük bir îtimad ve emniyete mazhar olmakla en muteber dinî bir eser olan “Risale-i Nur”u intihab ettik.

Şimdi, ilk konferansımızın niçin îman mevzuunda olduğunu îzah ile, bu eser ve müellifi hakkında gayet kısa olarak mâlûmat vereceğiz. Şöyle ki:

Bu asırda din ve İslâmiyet düşmanları, evvelâ îmanın esaslarını zayıflatmak ve yıkmak plânını, programlarının birinci maddesine koymuşlardır.

Husûsan bu yirmibeş sene içinde, tarihte görülmemiş bir halde münâfıkane ve çeşit çeşit maskeler altında îmanın erkânına yapılan su’-i kasdlar pek dehşetli olmuştur, çok yıkıcı şekiller tatbik edilmiştir.

Halbuki: Îmânın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dînin teferruatında yapılan lâkaydlıktan pek çok defa daha felâketli ve zararlıdır.

Bunun içindir ki; ŞİMDİ EN MÜHİM İŞ, Taklidî îmanı tahkikî îmânâ çevirerek îmanı kuvvetlendirmektir, îmanı takviye etmektir, îmanı kurtarmaktır.

Herşeyden ziyâde îmanın esasâtıyla meşgul olmak kat’î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyâc, hattâ mecburiyet haline gelmiştir. Bu, Türkiye’de böyle olduğu gibi; umum İslâm dünyasında da böyledir.

Evet, temelleri yıpratılmış bir binanın odalarını tâmir ve tezyîne çalışmak, o binanın yıkılmaması için ne derece bir faide temin edebilir ?

Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için, dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir faide verebilir mi ?..

İnsân, saray gibi bir binadır; temelleri, erkân-ı îmâniyyedir. İnsân, bir şeceredir; kökü esasât-ı îmâniyyedir. Îmanın rükünlerinden en mühimmi, iman-ı billâh’tır; Allah’a îmândır. Sonra Nübüvvet ve Haşir’dir.

Bunun için, bir insânın en başta elde etmeye çalıştığı ilim; îman ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şâhı ve pâdişahı; îman ilmidir.

Îman, yalnız icmâlî bir tasdikten ibaret değildir.

Îmanın çok mertebeleri vardır.

Taklidî bir îman, husûsan bu zamandaki dalâlet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner.

Tahkikî îman ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî îmânı elde eden bir kimsenin, îmân ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da mâruz kalsa, o kasırgalar bu îman kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî îmanı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi, bir vesvese veya şüpheye düşürtemez.

İşte bu hakikatlara binaen, biz de tahkikî îmanı ders vererek, îmanı kuvvetlendirip insânı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur’an ve îmân hakikatlarını câmi’ bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı kat’iyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musibetler içine düşmek, şüphe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’an-ı Hakîm’in îmanî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerîmelerini tefsir eden yüksek bir Kur’an tefsirine sarılmaktır.

Zübeyir Gündüzalp

Ankara Üniversitesi / 1950

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol